Çalışan Çocuklar Sorunu
Çocuk işçiliği dünya gündeminde üst sıralarda yer alan ve ivedi çözüm bekleyen bir sorundur. Çocuğun çalışması, hemen hemen bütün ülkelerde yaşanmakta olan evrensel bir olgudur ve önemli bir sosyal problem olmaya devam etmektedir. 21 inci yüzyılın başında; üretimin robotlar ve bilgisayarlarla gerçekleştirildiği bu çağda; ulusal yasaların ve uluslararası standartların varlığına rağmen dünyanın her köşesinde milyonlarca çocuğun sağlıklarını, geleceklerini tehlikeye atarak, çocukluklarını yaşayamadan, çoğunlukla sağlıklı gelişim şartlarına aykırı şekilde çalıştırıldığı izlenmektedir.
Bölgelerin gelişmişliğine bağlı olarak dünya genelinde 5-17 yaş grubunda 352 milyon çocuk çalışmakta, bunun 211 milyonu 5-14 yaş grubunda bulunmaktadır.
Gelişen ve teknolojinin tüm imkanlarını kullanan dünya ülkeleri, gittikçe küçülen bir dünyada, yoğun rekabet ortamı içerisinde ticaret pastasından daha büyük pay kapmak için yarışmaktadırlar. Teknolojinin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerin kozu olarak ortaya çıkan ucuz işgücü uluslararası rekabet piyasasında önemli bir avantajdır. Gelişmekte olan bir ülkede zaten ucuz olan işgücünün çocuk işçiler çalıştırılarak daha da ucuza elde edilmesi mümkün olmaktadır.
Oysa insan yaşamında çocukluk dönemi, büyüme ve gelişme çağıdır. Bu dönemde karşılaşılan olumsuz etkenler çocuğun büyümesini ve gelişmesini olumsuz etkilediği gibi çocuğun ilerde yetişkin olduğunda kalifiye eleman olma şansını önemli ölçüde yok etmektedir. Daha da önemlisi yaşadığı olumsuz koşullarının yeniden üretilmesine neden olmakta ve bu kısır döngü böylece devam etmektedir. Dolayısıyla günümüzde ucuz işgücü olarak görülen çocuk emeği uzun vadede çok pahalı bir emek haline gelmektedir.
Çocuk işçiliği konusunda başta ILO olmak üzere birçok uluslararası kurum ve kuruluş tarafından gerekli uluslararası düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bunların birçoğu Türkiye tarafından da onaylanmıştır.
ILO, kurulduğu yıl sanayide 14 yaşın altındaki çocukların çalışmasını yasaklayan 5 sayılı sözleşmeyi kabul etmiştir. Daha sonra, 1973'de, 138 sayılı Sözleşmede en az çalıştırma yaşı olarak 15 kabul edilmiştir. Bunun dışında ILO’nun değişik alanlarda asgari yaşa ait pek çok sözleşmesi ve tavsiye kararı bulunmaktadır. Ancak, yaş sınırı her ülkenin farklı sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı nedeniyle farklılıklar göstermektedir.
Çocuğun tanımı ve toplumsal konumu ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, evrensel olarak oluşturulan ölçütler bu konuda yol göstericidir. Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi 18 yaşına kadar her insanı çocuk olarak kabul etmektedir. Türkiye bu sözleşmeyi imzalayarak çocuğun yaşa bağlı tanımı konusundaki ölçütü de kabul etmiş olmaktadır.
Ülkemizde Çalışan Çocuklar
Çocuk işçiliği sorunu gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi, ülkemiz için de önem taşıyan bir konudur. Türkiye kırsal yerleşimden kentsel yerleşime ve tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçiş sürecini yaşamaktadır. Yaşanan bu süreç, sosyo-ekonomik yapıyı da etkilemekte ve olumlu gelişmeler yanında olumsuz bir takım etkiler de ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak; hızlı nüfus artışı göç, gelir dağılımının adaletsiz ve dengesiz oluşu, yetersiz asgari ücret, yüksek enflasyon ve geniş kesimlerin satın alma gücünün düşüklüğü, bütçeden sağlık ve eğitim harcamalarına ayrılan payın yetersizliği, sosyal güvenlik kapsamındaki nüfusun azlığı gibi olumsuz sosyo-ekonomik göstergeler, ailelerin yaşam koşullarını ağırlaştırıp geçim sıkıntısına neden olurken, çocukların aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla erken yaşta çalışma yaşamına atılması sonucunu doğurmakta, özellikle yoksul ailelerde aile gelirine katkıda bulunmak amacıyla eğitimini yarıda bırakıp sokakta çalışmaya başlayan çocukların sayıları hızla artmaktadır.
Ülkemiz nüfusunun yaklaşık % 25’ni (16 milyon) 6-17 yaş grubu oluşturmaktadır (DİE 1999 Hanehalkı İşgücü Anketi). Bu çocukların % 78’i okula devam etmekte, 15-17 yaş grubunda okula devam oranı ise % 51’e düşmektedir. DİE’nin Ekim 1999 Çocuk İşgücü anketine göre 6-17 yaş grubunda bulunan 16 milyon çocuğun % 10’u (1 milyon 635 bin) ekonomik işlerde, % 29.7’si (4 milyon 785 bin) ise ev işlerinde çalışmaktadır. Ekonomik işlerde çalışan çocukların yaklaşık % 57’si tarım, yaklaşık % 22’si sanayi, % yaklaşık 20’si ise ticaret ve hizmet sektöründe çalışmaktadır.
Çocuk işçiliğinin temel nedenleri;
· Yoksulluk yani ailenin gelir düzeyinin düşük olması ve çocuğun kazandığı paraya ihtiyaç duyması,
· Eğitim ile ilgili nedenler,
· Göç ve buna bağlı nedenler,
· İşsizlik ve eğitimsizlik,
· Geleneksel bakış açısı,
· Mevzuat eksiklikleri ve etkin uygulanamaması,
· Talep
olarak sıralanabilir.
Çocuk işçiliğinin çocuğun gelişimi açısından yarattığı sakıncalar açıktır, ancak Türkiye ve benzeri ülkelerin sahip olduğu sosyo-ekonomik yapı ve kültürel değerler, bu sorunu kısa vadede çözümlemenin olanaksız olduğunu da göstermektedir. Tüm bu nedenlerle çalışma hayatının içinde bulunan çocuğu koruyan önlemleri yasal olarak almak önem kazanmaktadır.
Çocuk işçiliğinin tamamen ortadan kalkması, nihai ve uzun dönemli hedef olmasına karşın, ülkelerdeki sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlıdır. Bu nedenle bir yandan çocuk işçiliği yaratan yapısal faktörleri gidermeye çalışırken, diğer yandan kısa ve orta dönemde çalışan çocukların korunması, konu ile ilgili olarak tüm kesimlerin duyarlılıklarının artırılması çocuklara, sağlık, eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin sunulması hedeflenmelidir.
Çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak amacıyla bugüne kadar yapılan çalışmaların çoğunluğu 1992 yılından beri Türkiye'nin de yararlandığı ILO'nun Çocuk işçiliğini Önleme Uluslararası Programı (IPEC) kanalıyla sürdürülmektedir. IPEC, Türkiye'de bu konuda çok farklı kesimleri harekete geçirerek çok önemli bir görev üstlenmiştir. Bununla birlikte bu çabanın sürdürülmesinde en büyük görev ve sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti Devletine aittir.
TESK'in Çalışan Çocuklar Konusunda Yaptığı Çalışmalar
Çocuk işçiliği konusunda yapılan araştırmalar göstermektedir ki, çalışan çocukları çalışma hayatından çekmek, ancak çocuğu çalışmaya iten nedeni ortadan kaldırmakla mümkün olabilecektir. Yani genel anlamda tüm ülkede yoksulluğun ortadan kaldırılması, gelir düzeyinin yükseltilmesi, eğitim sisteminde köklü reformların gerçekleştirilmesi çocuk işçiliğini ortadan kaldırabilir. Bu hedefler ise ancak uzun vadede gerçekleştirilebilecek makro hedeflerdir.
Ancak kısa vadede çalışan çocukların çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla alınabilecek birçok önlem bulunmaktadır. Öncelikli hedef de bu olmalıdır. Ülkemizde 18 yaşın altında sanayide çalışan çocukların büyük çoğunluğu küçük işletmelerde çalışmaktadır. Bu çocukların büyük bir çoğunluğu geleneksel usulde çırak-kalfa-usta ilişkisi içinde hem işyerinde çalışmakta hem de bir meslek öğrenmektedir. Küçük bir bölümü ise (yaklaşık 250.000 çırak) 3308 sayılı Mesleki Eğitimi Kanunu kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen çıraklık eğitimi sistemi kanalıyla meslek öğrenmektedir.
Mesleki eğitimle ilgili sorumluluğunun bilincinde olan ve çalışan çocuklarla ilgili sorunun çözümünün temelde geleceğin esnaf ve sanatkarları olacak çırak çocuklara eksiksiz bir meslek eğitimi ve elverişli çalışma koşullarının sağlanması olduğunu düşünen TESK, bu düşünceden hareketle, 1991 yılında kuruluş kanunu olan 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanununda değişiklik yapmış ve eğitim yönetmeliklerini çıkararak Türk meslek eğitimi sistemi açısından yaşamsal öneme sahip yeni düzenlemeleri uygulamaya geçirmiştir.
Yapılan düzenlemelerin en önemlilerinden biri çıraklık eğitiminde çırak ve kalfa olarak yer alan gençlerin çalışma şartlarının iyileştirilmesini amaçlayan özel bir denetim sisteminin kurulmasıdır. Yapılan düzenleme ile işletmelerde yapılan meslek eğitiminin çeşitli açılardan mevzuata uygun olup olmadığının denetlenmesi ve işyerine bu konuda danışmanlık yapılması amacıyla TESK’in alt teşkilatı olan oda ve birlikler bünyesinde işyeri denetleme ve danışmanlık grupları (İDDG) kurulması zorunluluğu getirilmiştir.
İDDG, Türkiye’de küçük işletmelerde çalışan çocukların çalışma koşullarının iyileştirilmesini sağlamak üzere bir sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulan ilk denetim birimleridir. Aynı zamanda İDDG’ler TESK’e bağlı odalara üye esnaf-sanatkarlara yönelik mesleki eğitimin niteliğine sahip çıkmak ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini sağlamak bakımından bir oto-kontrol sistemidir. Bu da Türk mesleki eğitim sistemi ve çalışan çocuklar açısından bir dönüm noktasıdır.
Oda, birlik ve Konfederasyon bünyesinde kurulan İDDG’ler bağlı olduğu bölgedeki iş hacmine göre 4-5 kişiden oluşmaktadır. Üyelerin biri bölgedeki çıraklık eğitimi merkezinde görevli uzman bir öğretmen, diğerleri ise fiilen mesleğini icra eden oda üyeleridir.
İDDG’ler odalarına kayıtlı işyerlerinin pratik meslek eğitimine uygunluğunu denetleme ve aynı zamanda üyelere danışmanlık hizmeti vermek amacıyla kurulmaktadır. 1475 sayılı İş Kanununa göre 3 veya daha az kişi istihdam eden işletmelerin denetimi iş müfettişleri tarafından yapılamamaktadır. Genellikle esnaf işletmesi olan bu işyerlerinin denetim boşluğunun doldurulması açısından İDDG’ler özel bir önem taşımaktadır.
Konfederasyonumuzun tüm bu çalışmaları yürütürken dikkate aldığı ve üzerinde durduğu asıl konu, İDDG’lerin işyerlerinde denetim yaparken cezacı bir yaklaşımdan ziyade iknaya ve bilgilendirmeye dayalı bir danışmanlık yaklaşımını benimsemesidir. Aynı yaklaşımın işyerlerinde denetim yapan tüm kuruluşlar tarafından benimsenmesinin ve işyerlerini denetleyen tüm kurumların işbirliği içinde çalışmasının yararlı olacağı açıktır.
TESK’in İDDG’ler konusunda başlattığı çalışmalar, 1995 yılından itibaren ILO/IPEC tarafından çeşitli projeler desteklenmeye başlanmıştır. Böylece, TESK tarafından üstlenilen bu sorumluluğa uluslararası destek sağlanarak İDDG üyelerinin eğitilmesine, İDDG’lerin çalışan çocukların durumları üzerindeki doğrudan etkisinin en üst düzeye çıkartılmasına katkıda bulunulmuştur.
Çocuk İşçiliğinin Çözümüne Yönelik TESK Önerileri
Öncelikle 3308 sayılı Kanunun kapsamı dışında kalan 1 milyon
civarında çalışan çocuğu sistem içine alacak düzenlemeler yapılmalıdır. Bunun
için 3308 sayılı Kanun kapsamında bulunmayan meslek dalları kapsam içine
alınarak, burada çalışan gençlerin yasanın getirdiği sosyal güvenlik ve
öğrencilik haklarından faydalanmaları sağlanmalıdır. Bunun yanında çırak
çalıştıran işverenleri teşvik edici tedbirler gündeme getirilmeli, çırakların
barınma ve beslenme ihtiyaçları başta olmak üzere, her türlü sosyal ve kültürel
ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzenlemeler yapılmalı, yatılı çıraklık eğitimi
sistemi oluşturulmalıdır.
· En az 3 yıl süreli düzenli bir çıraklık eğitimi ile
ustalık eğitimini tamamlamış olan kalfa ve ustaların bu eğitimleri 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu çerçevesindeki istihdamda dikkate alınmamaktadır. Bu
durum çıraklık eğitimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda düzenleme
yapılarak eşitsizlik giderilmelidir.
·İşverenlerin aradıkları çırak öğrenciyi, çırakların da
kendilerine uygun eğitim yerini bulmalarına yardım amacıyla il ve ilçeler
bazında Türkiye İş Kurumu, Milli Eğitim Bakanlığı ve meslek kuruluşlarının
işbirliği ile mesleki rehberlik ve danışmanlık birimleri kurulmalıdır. Bu
birimlerde mesleki rehberliğin yanı sıra iş ve işçi bulma hizmetleri
yürütülmelidir.
· Meslek standartları iş analizine dayalı olarak
belirlenmeli, çıraklık ve meslek eğitiminde uygulanacak eğitim programları bu
standartlara uygun olarak hazırlanmalı, meslek standartları, sınav ve
belgelendirme sistemi kurulmalıdır.
·Çalışan çocukların boş zamanlarında enerjilerini olumlu
yöne kanalize ederek sağlıklı bir şekilde eğlenme ve dinlenmelerini sağlamak
amacıyla özellikle küçük sanayi siteleri içerisinde sosyal tesisler kurulmalı
ve bu tesislerde sosyal hizmet uzmanları istihdam edilmelidir.
·Çalışan çocuklarla yüz yüze olan tüm ilgililerin ve
görevlilerin çalışan çocuklar ve onlarla iletişim konusunda eğitilmelidir.
·Kaynak israfını önlemek bakımından konu ile ilgili olarak
çalışmakta olan tüm resmi, özel ve gönüllü kuruluşlar arasında yürütülen
hizmetlerle ilgili yakın işbirliği temin edilmelidir.